Cezaevinde hamile kalınırsa ne olur? – Demir parmaklıkların ardında bir anne olmanın hikâyesi
“Bir hikâye anlatmak istiyorum…” diye başladı Ayşe, parmaklıkların arasından yüzüme baktığında. Sesi hem kırılgan hem kararlıydı. “Kadın olmak zor, ama cezaevinde kadın olmak başka bir sınav. Hele bir de anne olacaksan…” Bu cümle, yıllardır duymaya alıştığımız soğuk hukuk terimlerinden daha fazla şey anlatıyordu. Çünkü bazı sorular sadece yasa kitaplarında değil, kalpte yanıt arar. Cezaevinde hamile kalınırsa ne olur? İşte bu yazı, o sorunun insani ve gerçek yanına dokunan bir hikâye.
Demir kapılar her sabah aynı sesle kapanır, ama içeride her gün başka bir kadın, başka bir hikâyeyle uyanır. Biri umutla, biri utançla, biri korkuyla… Ama hepsi aynı duvarlara bakar: gri, soğuk ve sessiz. Tıpkı Ayşe’nin hikâyesinde olduğu gibi.
Bir Kadının Hikâyesi: Ayşe’nin Sessiz Direnişi
Ayşe 28 yaşında, ilk defa cezaevine girmişti. Mahkeme süreci devam ederken, içeride yalnızlıkla savaşmayı öğreniyordu. Günler, sayılarla değil, mektuplarla geçiyordu. Bir gün, rutin sağlık kontrolünde doktor ona baktı ve sustu. “Ayşe, hamilesin.” O an dünya dondu. Cezaevi duvarları, bir anda daraldı sanki. “Nasıl olur?” diye fısıldadı Ayşe, sesi neredeyse duyulmazdı. Cevap yoktu. Sadece tedirgin bakışlar ve soğuk prosedürler…
O an anladı: Artık sadece kendi özgürlüğü değil, doğmamış bir hayat da bu duvarların gölgesindeydi.
Erkeklerin çözümcü tavrı: Müdür Cemil’in planı
Cezaevi müdürü Cemil Bey, işini prosedürlerle yaşayan bir adamdı. Haberi aldığında, ilk tepkisi stratejikti: “Bu olay büyümeden çözülmeli.” Hemen yazışmalar, doktor raporları, savcılık bildirimleri… Her şeyi sistemli yürütüyordu. Cemil’e göre mesele duygusal değil, idari bir krizdi. Hamile bir mahkûm, düzenin istikrarını tehdit edebilirdi. Oysa farkında değildi; bazı meseleler yönetilmez, yaşanır.
“Doğum için dışarı çıkarılacak, ardından bebek altı aylık olana kadar yanında kalabilir,” dedi soğukkanlı bir tonla. Yasa ne diyorsa oydu. Ama yasa, bir annenin geceleri bebeğinin nefesini dinlerken hissettiklerini bilmiyordu.
Kadınların empatik yaklaşımı: Hemşire Zeynep’in yüreği
Ayşe’nin yanında hep hemşire Zeynep vardı. Yumuşak sesiyle, “Bebeğin kalp atışını dinlemek ister misin?” dediğinde Ayşe ağlamaya başladı. O an fark etti: cezaevinde de insan kalabiliyordu, yeter ki biri kalbine dokunsun.
Zeynep için mesele yasa değil, yaşamdı. Her muayenede elini tutar, “Senin de bir annen vardır, o da seni böyle beklemiştir” derdi. Zeynep, cezaevinde doğacak bir bebeğin kaderinin sadece parmaklıklarla çizilmemesi gerektiğine inanıyordu. “Bir çocuk suçsuz doğmalı,” derdi hep, “ne annesinin yüküyle, ne toplumun önyargısıyla.”
Cezaevinde hamile kalmanın hukuki ve insani yönü
Hukuken, hamile bir kadının cezası ertelenebilir (TCK m. 16, İnfaz Kanunu m. 16). Ancak bu her zaman uygulanmaz; suçun niteliği, mahkeme kararı ve sağlık koşulları dikkate alınır. Doğumdan sonra bebek altı aylık olana kadar anneyle kalabilir; daha sonra kurum dışına çıkarılır ya da yakınlarına verilir. Kağıt üzerinde “çözüm” gibi duran bu sistem, duygusal olarak bir travma zinciridir. Çünkü hiçbir çocuk, ilk aylarını demir kapı sesleriyle geçirmemelidir.
Empatiyle mi, sistemle mi ilerleyeceğiz?
Erkekler genellikle “nasıl çözülür?” diye sorar. Kadınlarsa “nasıl hissedilir?”. Cezaevinde hamile kalmak, iki dünyanın tam ortasında bir acıdır. Bir yanda kurallar, güvenlik, prosedürler; diğer yanda kalp atışları, umutlar, annelik içgüdüsü. Bu ikisi arasında sıkışan her kadın, hem suçlu hem anne hem de mahkûm kimlikleriyle savaşır.
Ayşe doğururken…
Doğum günü geldiğinde, Ayşe kelepçesiz çıkartıldı hastaneye. Cemil Bey’in yüzünde gergin bir rahatlama, Zeynep’in gözlerinde dua vardı. “Sağlıklı bir kız bebek,” dedi doktor. Ayşe’nin gözlerinden yaşlar süzülürken, o an dünyadaki bütün duvarlar anlamını yitirdi. Bir anne olmuştu.
Bebeğine “Umut” adını verdi. Çünkü o ismin içinde, dışarıda unutulmuş bir hayatın parıltısı vardı.
Toplumsal aynaya bakış: Kim cezalı aslında?
Cezaevinde hamile kalmak sadece bireysel bir olay değildir; sistemin vicdan testidir. Bir kadını cezalandırırken, doğacak bir çocuğu da kaderin suç ortağı haline getiriyorsak, adaletin yönünü kaybetmişiz demektir. Yasalar adil olabilir, ama vicdanlar sessizse adalet eksiktir.
Son söz: Demir parmaklıklar umutla çatladığında
Ayşe hâlâ cezaevinde, ama Umut artık dışarıda. Zeynep hâlâ orada, her doğumda bir kalbe daha dokunuyor. Cemil Bey mi? O da belki artık prosedürleri biraz daha yavaş okuyor. Çünkü anlamıştır ki; bazı durumlar, yönetilmek için değil, hissedilmek için vardır.
Ve biz, bu hikâyeyi okurken kendimize sormalıyız: Bir çocuğun ilk nefesi, parmaklıklar ardında duyuluyorsa; özgürlüğü kim kaybetmiştir?